Kokuyla hastalık teşhisi mümkün mü?

featured

Kimyasal ekolojist Bruce Kimball, “Eğer bir enfeksiyonunuz, hastalığınız ya da yaralanmanız varsa, bunun metabolizmanız üzerinde bir etkisi olması mantıklıdır” diyor ve ekliyor: “Metabolizmada meydana gelen bu değişim, vücudunuzun farklı bölgelerindeki metabolit dağılımına yansır.” Başka bir deyişle, hastalık, üretilen VOC’leri değiştirir ve vücut kokusu parmak izimizi dönüştürür.

“Pek çok viral ve bakteriyel enfeksiyona, pankreas kanserine, kuduz vakalarına baktık. Liste oldukça uzun” diyor Kimball. “Sağlıklı durumlarla karşılaştırıldığında, ayırt edemediğimiz bir hastalık durumu neredeyse hiç olmadı. Bu oldukça tipik.”

Ama çoğu VOC değişikliği insan burnunun algılayamayacağı kadar ince. İşte bu yüzden köpekler ya da koku algılayan tıbbi cajanszlar, gelecekte ciddi ama tespit edilmesi zor hastalıkları teşhis etmede bize yardımcı olabilir.

Kimball, meslektaşlarıyla birlikte temaslı spor yapan çocuklarda beyin hasarını VOC değişiklikleriyle tespit edebilecek bir test üzerinde çalışıyor. 2016’da yayımlanan bir çalışmada, farelerde travmatik beyin hasarının kendine özgü bir kokuya neden olduğu ve diğer farelerin bunu koklayarak tespit edebildiği gösterildi. Yeni çalışmalarda ise insan idrarında sarsıntı sonrası ilk sajanstlerde belirli ketonlar görüldü. Neden bu kokuların ortaya çıktığı henüz net değil.

Göz Atın

Analitik kimyager Perdita Barran, bir meslektaşı ona Parkinson hastalığını koklayabildiğini iddia eden İskoç bir kadından bahsettiğinde “Tamamen saçmalık” diye düşündü. Barran, “Muhtemelen yaşlı insanların kokusunu alıyor; Parkinson belirtilerini fark edip ikisini ilişkilendiriyor” diye düşündüğünü hatırlıyor.

Kadın, 74 yaşında emekli bir hemşireydi ve adı Joy Milne idi. 2012’de Edinburgh Üniversitesi’nden Barran’ın meslektaşı sinir bilimci Tilo Kunath’ın konuşma yaptığı bir etkinlikte, ona bu durumdan bahsetmişti. Milne, bu yeteneğini ilk kez kocası Les yıllar önce miskimsi kokmaya başladığında fark ettiğini söyledi.

Les’e daha sonra titreme ve diğer motor semptomlarla kendini gösteren ilerleyici bir nörodejeneratif hastalık olan Parkinson teşhisi konuldu. Ancak Milne, memleketi Perth’te Parkinson hastalarının katıldığı bir toplantıya gidince bağlantıyı kurdu: Bütün hastaların aynı miskimsi kokusu vardı.

O dönemde Edinburgh Üniversitesi’nde çalışan, şimdi ise Manchester Üniversitesi’nde görev yapan Barran, “Biz de bunun doğru olup olmadığını test etmeye karar verdik” diyor. Kunath, Barran ve ekipleri Milne’e 12 tişört koklattı. Bunların altısı Parkinson hastaları tarafından giyilmişti, diğer altısı ise sağlıklı kişilerindi. Milne tüm Parkinson hastalarını doğru şekilde ayırt etti. Dahası, bir kişiyi daha Parkinson hastası olarak işaretledi ve bu kişiye bir yılı geçmeden gerçekten teşhis kondu. Barran bu durumu “inanılmazdı” diye tarif ediyor: “Hastalığı tıpkı kocasında olduğu gibi önceden teşhis etti.” 2015’te onun olağanüstü yeteneği dünya çapında manşetlere taşındı.

Aslında Milne’in hikâyesi sanıldığı kadar uçuk değil. İnsan bedenleri çok çeşitli kokular yayıyor. Yeni bir koku, bedende bir şeylerin değiştiğini ya da ters gittiğini gösterebiliyor. Şimdi bilim insanları, Parkinson’dan beyin hasarına, kanserden daha birçok hastalığa kadar geniş bir yelpazede tanıyı hızlandırabilecek kokuya dayalı biyo-göstergeleri tespit etmenin yollarını araştırıyor. Cevap, burnumuzun dibinde gizleniyor olabilir.

RealNose.ai’nin kurucularından fizikçi Andreas Mershin “İnsanlar ölüyor ve biz prostat kanseri teşhisi koymak için insanların popolarına iğne batırıyoruz. Bu benim canımı sıkıyor. Oysa işaret zaten dışarıda ve köpekler tarafından algılanabilir durumda” diyor. Şirket, hastalıkları kokuyla teşhis edebilecek yapay bir burun geliştiriyor. Yalnızca az sayıda insan, hastalıkların erken evresinde ortaya çıkan bu kimyasal kokuları ayırt edebilecek kadar güçlü bir koku alma duyusuna sahip. Bu yüzden böyle bir teknolojiye ihtiyaç var.

Joy Milne, işte o az sayıdaki insandan biri çıktı. Onda kalıtsal hiperosmi vardı; yani ortalama bir insandan çok daha hassas bir koku alma duyusuna sahipti. Tabiri caizse “süper burunlu” biriydi. Bazı hastalıklar öylesine güçlü ve kendine özgü kokular yayar ki çoğu insan onları fark edebilir. Örneğin, hipoglisemi yaşayan diyabetli kişilerin nefesi ya da cildi, kan dolaşımında biriken ve meyvemsi kokuya sahip ketonlar nedeniyle “çürük elma” gibi kokabilir. Bu ketonlar, vücut glikoz yerine yağ metabolize ettiğinde ortaya çıkar. Karaciğer hastalıkları olan kişiler nefeslerinden ya da idrarlarından küflü veya kükürtlü bir koku yayabilir. Eğer nefesiniz amonyak ya da “balık” ve “idrar” benzeri kokuyorsa bu böbrek hastalığına işaret edebilir. Bazı bulaşıcı hastalıkların da kendine özgü kokuları var. Tatlı kokulu dışkı, kolera ya da sık görülen bir ishal nedeni olan Clostridioides difficile bakterisi enfeksiyonunun işareti olabilir. Ancak bir çalışmada, hastaların dışkısını koklayan bir grup hemşirenin teşhiste başarılı olamadığı görüldü. Tüberküloz ise kişinin nefesini bayat bira gibi kötü kokutabilir, cildi ise ıslak kahverengi mukavva ve salamura kokusuna benzer bir koku yayabilir. Daha başka hastalıkları tespit etmek içinse özel bir burun gerekir.

Köpeklerin koku alma duyusunun insanlarınkinden 100 bin kat daha güçlü olduğu söyleniyor. Araştırmacılar, köpekleri akciğer, meme, yumurtalık, mesane ve prostat kanserini kokuyla ayırt etmeleri için eğitti. Örneğin, prostat kanseri üzerine yapılan bir çalışmada köpekler, idrar örneklerinde hastalığı yüzde 99 başarıyla tespit etti. Köpekler ayrıca Parkinson, diyabet, epilepsi nöbeti ve sıtmayı da kokuyla ayırt edebiliyor. Ancak her köpek bu iş için uygun değil ve eğitilmesi uzun zaman alıyor. Bu nedenle bazı bilim insanları, köpeklerin olağanüstü koku alma yetisini laboratuvarda kopyalayabileceğimizi düşünüyor. Böylece basit bir pamuklu çubukla alınan örnek, test için gönderilebilecek. Örneğin Barran, Parkinson hastalarının derisinde üretilen sebumu (yağlı madde) gaz kromatografisi-kütle spektrometrisi yöntemiyle analiz ediyor. Gıda, içecek ve parfüm endüstrisinin zaten sıkça kullandığı bu yöntem, bileşikleri ayırıp tartarak hangi moleküllerin bulunduğunu tespit ediyor. Barran, insanın cildinde yaygın olarak bulunan 25 bin bileşiğin yaklaşık 3 bini Parkinson hastalarında farklı düzenlendiğini söylüyor. “Biz şimdi bunu 30’a kadar daralttık ve bu 30 molekül, Parkinson hastası olan herkeste tutarlı şekilde farklı.” Bunların çoğu yağ ve uzun zincirli yağ asitleri. Örneğin, ilk çalışmalardan biri, hastalığa bağlı kokuyla ilişkilendirilen üç yağ benzeri moleküle odaklanmıştı: Hipurik asit, eikosan ve oktadekanal. Bu anlamlı çünkü Parkinson’un anormal lipid metabolizmasıyla ilişkili olduğu biliniyor. Barran, “Bulduğumuz şey şu: Parkinson hastalarında hücrelerin uzun zincirli yağ asitlerini mitokondriye taşıma yeteneği bozulmuş durumda” diyor ve ekliyor: “Dolayısıyla bu yağların daha fazlası vücutta dolaşıyor ve bir kısmı da deriden atılıyor. İşte biz bunu ölçüyoruz.” Ekip şimdi, Parkinson’u erken evrede tespit edebilecek basit bir deri sürüntü testi geliştiriyor. Şu anda, genelde titreme benzeri belirtiler gösteren hastalar nöroloğa yönlendiriliyor ve tanı yıllar alabiliyor. Barran bunu “Biz çok hızlı, invazif olmayan bir test istiyoruz. Böylece hastalar doğru şekilde yönlendirilip nörolog ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyebilecek” diye anlatıyor. İnvazif olmayan testler, hastalardan yalnızca kan gibi basit bir örnek alarak, vücuda herhangi bir cajansz sokulmadan yapılan işleme deniyor. Beyin, Kendini Onarmaya Çalışırken Ortaya Çıkan VOC’ler Hakkında Yeni Araştırmalar

Bir teoriye göre beyin, kendini onarmaya çalışırken VOC’ler adı verilen uçucu organik bileşiklerin yan ürün olarak ortaya çıktığı düşünülüyor. VOC’ler, beyindeki hasarı telafi etmeye ya da iyileşmeyi desteklemeye çalıştığı düşünülen keton sınıfından bileşiklerdir.

Uzmanlar, ketonların beyin hasarından sonra alternatif enerji kaynağı sağlayabildiğini ve koruyucu özelliklere sahip olabileceğini belirtiyor. Bu da beyin üzerinde olumlu etkilere sahip olabileceği anlamına geliyor.

Bunun yanı sıra, vücut kokusunun da hastalıkların teşhisinde kullanılabileceği belirlenmiştir. Örneğin, 2018’de yapılan bir araştırmada, sıtma taşıyan çocukların ciltlerinden farklı bir koku yayıldığı keşfedilmiştir. Bu koku, sivrisineklere karşı çekici hale getiriyordu ve aldehitler adı verilen bileşiklerden kaynaklanıyordu.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) çalışan bir araştırmacı olan Mershin, prostat kanserini tespit edebilecek bir koku cajanszı geliştirmeyi ummaktadır. Bu cajansz, laboratuvarda üretilen insan koku reseptörlerini içermekte ve yapay zekâ tarafından analiz edilmektedir.

Ayrıca, Parkinson ve diğer hastalıklar için teşhis testleri geliştirmek üzere çalışan Joy Milne ve araştırma ekibi de vücut kokusunun hastalıkların teşhisinde önemli bir rol oynayabileceğini göstermiştir. Bu çalışmalar, hastalıkların erken teşhisinde yeni bir yaklaşımın kapılarını açmaktadır.

Sonuç olarak, vücut kokusu ve beyindeki VOC’lerin hastalıkların teşhisinde ve tedavisinde önemli bir rol oynayabileceği görülmektedir. Bu alanlarda yapılan araştırmalar, gelecekte daha etkili teşhis ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine olanak sağlayabilir. Yazılım geliştirme süreci, günümüzün teknoloji odaklı dünyasında büyük önem taşıyan bir alandır. Yazılım geliştirme, bir yazılımın hayata geçirilmesi sürecini kapsar ve genellikle bir ekip tarafından gerçekleştirilir. Bu ekip, yazılımın ihtiyaçlarına uygun olarak birlikte çalışarak yazılımı oluşturur ve geliştirir.

Yazılım geliştirme süreci genellikle belirli adımlardan oluşur. İlk adım genellikle gereksinim analizi ve planlama aşamasıdır. Bu aşamada, yazılımın ne amaçla kullanılacağı belirlenir ve yazılımın hangi fonksiyonlara sahip olması gerektiği üzerine çalışılır. Bu adımın tamamlanmasının ardından, yazılımın tasarım aşamasına geçilir. Tasarım aşamasında, yazılımın nasıl çalışacağı ve kullanıcı arayüzünün nasıl olacağı belirlenir.

Tasarım aşamasının tamamlanmasının ardından yazılımın kodlama aşamasına geçilir. Kodlama aşamasında, yazılımın tasarımına uygun şekilde kodlar yazılır ve yazılım hayata geçirilir. Kodlama sürecinin tamamlanmasının ardından, yazılım test edilir. Yazılım test aşamasında yazılımın hataları bulunur ve düzeltilir. Test aşaması tamamlandıktan sonra, yazılım kullanıma hazır hale getirilir ve kullanıcıların kullanımına sunulur.

Yazılım geliştirme sürecinde dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli konu da sürekli güncelleme ve bakım işlemleridir. Yazılımın kullanımıyla ortaya çıkan sorunlar düzenli olarak giderilmeli ve yazılım güncel tutulmalıdır. Bu sayede yazılımın verimliliği artırılabilir ve kullanıcı deneyimi iyileştirilebilir.

Yazılım geliştirme sürecinin başarılı bir şekilde tamamlanabilmesi için iyi bir ekip çalışması ve iletişim büyük önem taşır. Ekip üyeleri arasında sürekli iletişim halinde olmak, sorunların hızlı bir şekilde çözülmesini sağlar ve projenin zamanında tamamlanmasına yardımcı olur.

Sonuç olarak, yazılım geliştirme süreci bir yazılımın hayata geçirilmesi için izlenen adımlar bütünüdür. Bu süreç, yazılımın ihtiyaçlarına uygun olarak geliştirilmesini ve kullanıcılarla etkileşimini sağlar. Başarılı bir yazılım geliştirme süreci için iyi bir ekip çalışması, iletişim ve sürekli güncelleme büyük önem taşır.

Benzer Haberler

Bir Cevap Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Giriş Yap

Yazar TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!